Dussel, Marx’ın teorisine göre canlı emeğin, sermayeye değer biçen artı-değer de dahil olmak üzere her değeri üretenin ‘yaratıcı kaynak’ olduğunu vurguluyor. Canlı emek olmadan, sermaye kendini değerlendiremez. Sermaye tek başına bir artı-değer kaynağı değildir. Kâr olarak, sermaye, artı-değer kaynağının kaynağı gibi görünür, ancak bu görünüm, sadece bir fetişist yanılsamadır. Fazla değer üretmek için sermaye, canlı emeği (‘yaratıcı kaynak’) dışardan, Dussel’in “dışsallık” olarak adlandırdığı şeyi soğurmalıdır. Canlı emek, ‘dışsallık’ da sermayeyle karşılaşmadan önce ve ‘mutlak yoksulluk’ (emek koşullarından ayrı) olarak bulunur. Bununla birlikte, yoksul çalışan emekçi bu değer ve artı-değerin de ‘yaratıcı kaynağı’dır. Bu yaratıcı kaynak sermayeye dahil edildiğinde, sermaye için artı-değer yaratır.
Dussel, Marx’ın canlı emeği “artı-değerin yaratıcı kaynağı” olarak vurgulamasının, Schelling’in Hegel eleştirisine dayandığını savunuyor. Hegel’e göre, Varlık kendi gelişiminin bir sonucu olarak Öz’e geçer; Bu gelişim için harici bir unsur gerekli değildir. Schelling’e göre ise, Varlığın ‘yaratıcı kaynağı Varlığın dışında ve öncesinde varoluyor. Varlık, bu “yaratıcı kaynak”ın bir etkisi olarak açıklanmaktadır. Benzer şekilde Dussel, Marx için canlı emeğin, sermaye dışında ve sermayeden önce var olan ekonomik ‘yaratıcı kaynak’ olduğunu savunuyor. Sermaye, kendi “kendi kendini geliştirme” sonucunda artı değer üretemez. Dussel’e göre, bu Marx’ın Hegel’in mantığının ‘ters”, ‘ayaklarını üzerine’ çevirmesidir. Sermayenin farklı bireysel biçimleri, canlı emeğin ortaya çıkış biçimleri olarak, sermayenin ‘dışsallığından’, canlı emeğin etkilenip, belirlenmesi olarak açıklanmaktadır.
Varlık olarak sermaye ve sermayeye dışsal olarak canlı emek farklılığı bütünlük kavramını nasıl kavrandığına önemli bir ayrım getirmekte. Bu ayrım Marksizm içi tartışmalar da dahil olmak üzere bir dizi meselede önemli bir ayrım uğrağı. Dussel, Lukács ve Kosík’i, Marx’ın teorisindeki kilit kavramın bütünlük olduğunu düşündükleri için eleştirmektedir; sermaye eğer bütünlük ise sermayenin kendi başına kendine yeterli olduğunu ileri sürülmüş olur. Dussel’e Marx’ın artı-değer teorisinin, sermayenin kendine yeterli bir bütünlük olmadığını göstermektedir. Sermaye, varolan emeğin dışındaki “dışsallık”ı içerisine dahil ederek varolabilir (yani artı-değer üretebilir). Dolayısıyla Marx’ın teorisinin temel kavramı, bütünlük değil, dışsallık (canlı emek varlığının alanı)’dır Dussel göre. Michael Lebowitz de, Dussel’e benzer şekilde, Hegel’de olduğu gibi sermayenin kendi kendine yeterli olma hissi içinde bir bütün olmadığını, bunun yerine varoluş şartı olarak canlı emeği gerektirdiğini savunuyor.
Dussel ayrıca, Marx’ın Kapital 1. Cilt’teki artı-değer teorisinin kapitalist ekonomi için, yani bir bütün olarak kapitalist sınıfa, bir bütün olarak işçi sınıfına, bireysel bir firmaya ya da tek bir endüstriye değil, tümüne uygulandığını vurguluyor. Marx’ın teorisinin amacı, kapitalist ekonomide üretilen toplam artı-değeri bir tek firma ya da endüstride üretilen artı-değeri açıklamamak için açıklamaktır. Marx’ın artı-değer teorisinin bu “makroekonomik” doğası, bu taslakta birkaç anahtar bölümde özellikle açıktır. Daha sonra Bölüm 5’e (“Sermayenin Genel Formülünde Çelişkiler”) giren taslakta, kapitalist sınıfın bir bütün olarak artı-değerinin yalnızca dolaşım eylemleri yoluyla arttırılamayacağı, bireysel bir kapitalist kârını başkalarının pahasına artırabilir. Bölüm 10’un (‘Çalışma Günü’) taslağında, çalışma gününün uzunluğu bir bütün olarak kapitalist sınıf ile işçi sınıfı arasındaki sınıf mücadelesi ile belirlendiğini (kesinlikle mücadele içindeki gönüllü seçimlerle belirlenmez, neo-klasik teoride olduğu gibi işçilerin emek ve eğlence için nispi tercihlerine dayandırılması kalkışmasında olduğu gibi). Aynı şekilde, 12. Bölüm (“Nispi Artı-Değer”) taslak halinde, eğer iş günü sabit ise, kapitalist sınıfın bir bütün olarak artı-değerinin yalnızca işçilerin geçim araçlarını üreten endüstrilerdeki emeğin verimliliğini arttıran teknolojik değişim aracılığıyla gerekli emeğin azaltılmasıyla arttırılabileceği savunulmaktadır.
Marx’ın bu çalışma dönemi aynı zamanda Artı-Değer Teorileri üzerinde çalıştığı dönem. Dussel, Marx’ın Artı Değer Teorileri’nin, geçmişteki artı değer veya kâr teorilerinin tarihsel bir araştırması olarak tasarlanmadığını savunuyor. Aksine, Marx’ın teorisi ile önceki teoriler arasında ‘eleştirel bir karşılaşma’ olduğunu ileri sürüyor. Marx’ın bu diğer teorilere karşı geliştirdiği teorinin mantıksal ve ampirik bir tür “testi” idi: hangi teori, artı-değerin en önemli olgusunu en iyi açıklayabilir? Ayrıca, Dussel, bu ‘eleştirel karşılaşma’ yoluyla teorisi için, daha somut olguları, Marx’ın Grundrisse’de hiç tartışmadığı ve Marx’ın düşüncesinin halen tam olarak gelişmediği olayları açıklamak için gerekli yeni kategorileri geliştirmeye başladığını savunuyor. Bu bölümün geri kalanında Dussel’in vurguladığı en önemli iki örnek, Marx’ın kendi teorisini ve kendi kategorilerini diğer teorilerle ‘eleştirel karşılaşma’ yoluyla nasıl geliştirdiği konusunu tartışıyor.
Dussel’in kitabının son kısmı daha yorumlayıcı doğada olan iki bölümden oluşuyor. Birinci bölümde (‘1861-63 El Yazmaları ve Kurtuluş Felsefesi’), Dussel’in Marx’ın bilim kavramına ilişkin yorumu veya Marx’ın kapitalizm teorisinin inşasında kullandığı mantıksal yöntem özetlenmektedir. Dussel’in vurguladığı Marx’ın mantıksal yönteminin iki temel yönü vardır. Birinci yön, Marx’ın kapitalizm teorisine başlamasından önce gerekli olan ön çalışmayla ilgisi olan “görünümlerin(fenomenler) eleştirisi” ve “öze geçiş” tir. ‘Görünümlerin eleştirisi’, fetişizmin eleştirisi, diğer bir deyişle paranın ve fiyatların tüm piyasa olaylarını ve geliri canlı emekle ilişkilendirmedeki başarısızlığın eleştirisidir. ‘Öze geçiş’, canlı emeğin Marx’ın teorisinin ‘radikal başlangıç noktası’ olarak tanımlanmasıdır. Öz, canlı emektir. Emek, tüm değer ve artı değeri üreten ‘yaratıcı kaynak’tır. Başka değer ve artı değer kaynağı yoktur. Para ve fiyatların diğer tüm ekonomik kategorileri, bir şekilde canlı emekten elde edilir.
Dussel’e göre, Marx’ın mantıksal yönteminin ikinci ana kısmı, başlangıç noktasından yaşayan emeğe geldiğinde, canlı emeğin bu başlangıç noktasından para ve fiyatların ve gelirlerin piyasa olgusunun açıklaması, yani bu olguların canlı emeğin “zorunlu görünüm biçimleri” olarak açıklanıp tanımlanmasıdır. Marx’ın teorisi mantıksal adımla ilerliyor ve tüm ekonomik kategorileri önceki kategorilerden ve nihayetinde canlı emekten, mantığında ‘boşluklar’ ya da ‘sıçramalar’ olmadan türetiyor. Dussel, canlı emek “kavramın geliştirilmesi” ya da canlı emek kavramının “kategorilerin oluşumu” olarak adlandırıyor bu çabayı.
Dussel, Marx’ın ‘kavram geliştirme’ mantıksal yönteminin ve diyalektik mantık zorunluklarıyla altta yatan bir özden görünüm biçimlerinin türetilmesinin Hegel’den büyük ölçüde etkilendiğini vurguluyor. Dussel, bu açıdan Althusser’in tamamen yanlış yaptığını iddia ediyor – Hegel’le ‘genç Marx’ ve ‘yaşlı Marx’ arasında ‘epistemolojik bir kopuş’ yoktur. Yaşlı Marx Hegel’i reddetmedi. Daha ziyade, yaşlı Marx, daha fazla olmasa bile, genç Marx kadar Hegelci olarak kaldı. Dussel, Marx’ın Schelling’i yukarıda gördüğümüz gibi Hegel’i ‘tersine çevirmek’ için kullandığını savunuyor. Bununla birlikte, Marx’ın Sermaye mantığı Hegel’den derin ölçüde etkilenmeye devam etti. Marx’ın teorisinin temel mantıksal yapısı, Grundrisse’deki ilk taslaktan Cilt 1’in son yayınlanmış sürümlerine kadar, Sermaye’nin dört taslağında esasen aynı kaldı. Bu dört Sermaye Taslağının “epistemolojik kırılmasına” dair bir kanıt bulunmamaktadır. . Althusser elbette bu dört taslağın hiçbirine erişemedi, bu yüzden hatası belki de anlaşılabilir. Ancak bugün Althusserciler için böyle bir mazeret olmadığını ileri sürüyor.
Dussel ayrıca, Kapital’in sadece bir kapitalizm teorisi sağlamadığını, aynı zamanda kapitalizmin temel bir etik eleştirisini de sunduğunu vurguluyor. Marx’ın kapitalizm eleştirisi ‘etik’tir, çünkü kapitalist toplumun egemen ahlakına meydan okuyor. Dussel’e göre “ahlak”, var olan statükoyu, yani herhangi bir ekonomik ve sosyal sistemi haklı gösteren bütün ideolojileri ifade eder. Örneğin, kapitalist ahlaka göre kapitalistlerle işçiler arasındaki ilişki, her iki tarafın da karşılıklı yararına olan özgür ve eşit alışverişten biridir. İşçiler, üretime katkılarından eşit bir ücret alırlar ve kapitalistler, üretime yaptıkları katkıyı veya sahip oldukları makinelerin katkısına eşit olan bir kâr elde eder. Kapitalizmin bu eşitlikçi dünyasında her şey, kapitalist ‘ahlak’ perspektifinden adildir.
Marx’ın teorisi bu egemen kapitalist ahlak için temel bir meydan okumaya neden olur. Marx’ın teorisi, işçilerin ücretinin, ürettikleri değerin yalnızca bir parçası olduğunu ve ürettikleri değerin diğer kısmının, artı-değer olarak kapitalistler tarafından el konulduğunu göstermektedir. Artı-değerin farklı biçimleri (kâr, faiz, rant vb.) burjuva iktisatçılara, kapitalist bakış açısını yansıtan, ayrı ve bağımsız kaynaklardan kaynaklanıyor gibi görünürler. Fakat Marx’ın teorisi, tüm bu farklı artı değer biçimlerinin aslında işçilerin artı emeğinden türetildiğini göstermektedir.
Marx’ın teorisine göre, piyasadaki kapitalistler ile işçiler arasındaki değişim(mübadele), her ikisi de özgür ve eşit görünür, bu iki ekonomik sınıf arasındaki ilişkinin sonu değildir; sadece başlangıcıdır. Piyasadaki değişim sonrasında ilişkiler, işçilerin kapitalistler için fazla emek harcadıkları “gizli üretim mekanı”nda devam eder. Başka bir deyişle, feodalizmdeki serfler ve köleliğin köleleri gibi, kapitalizmdeki işçiler de sömürülmektedir. Bu, Marx’ın kapitalizm teorisinin sağladığı derin etik eleştiridir. Artı-değer, ‘soygun’, ‘hırsızlık’ ve ‘çalınan hayattır’.
Dussel’in kitabının son bölümü, 1861-63 El Yazmaları’nda gelişmeye başladığı Marx’ın rekabet teorisine ve artı-değer dağılımına dayanan onun ‘yenilikçi ve önemli’ bağımlılık teorisini sunuyor. Dussel, Marx’ın Sermaye teorisinin çok soyut olduğunun ve tamamlanmasının çok uzak olduğunu savunuyor (Dussel, Marx’ın genel teorik planının sadece 1 / 72’sini tamamlayabildiğini hesaplıyor!) Dolayısıyla, Marx’ın teorisini daha somut seviyelere doğru ilerletme görevi ve çağdaş kapitalizmi daha iyi anlamak için çalışma sorumluluğumuz olduğunu ileri sürüyor. Bu bölümün kendisi, çağdaş kapitalist gerçekliğin önemli yönlerini açıklamak için Marx’ın teorisinin bu tür yaratıcı gelişimine mükemmel bir örnek oluşturduğunu dillendiriyor.
Dussel, daha az gelişmiş çevre ülkelerinin daha gelişmiş merkez ülkeleri üzerindeki ‘bağımlılığının’ Marx’ın teorisinde rekabet meselesinde bulunduğu ya da artı-değer dağılımıyla ilgisi olduğunu savunuyor. Marx’ın teorisinin 1861-63 elyazmalarında en çok çalıştığı ve geliştirdiği meselenin alanı olduğunu ileri sürüyor. Bununla birlikte, Marx’ın tartışması çok yüksek bir soyutlama seviyesinde kaldığını ve artı-değerin uluslararası dağılımı gibi daha somut faktörleri dikkate almadığını söylüyor. Dussel, Marx’ın teorisini bu uluslararası boyuta ve çağdaş kapitalizmde “bağımlılık” konusundaki önemli soruna yönelmekte.
Özellikle “bağımlılık”, öncelikle endüstri içi rekabete ve pazar değeri, bireysel değer, süper kâr ve kâr kaybı kavramlarına, yani yukarıda da gördüğümüz gibi Marx’ın ‘Ricardo eleştirisi’nin 1861-63 Elyazmaları’ndaki farklı rant teorisine “çatışma”ya götürdü. Endüstri içi rekabet, farklı teknoloji ve üretkenlik seviyelerine sahip farklı üreticiler arasında verilen bir endüstrideki rekabettir. Verimlilikteki bu farklılıklara (ve dolayısıyla üretilen metaların farklı bireysel değerlerine) rağmen, sunulan meta piyasada tek bir fiyata sahip olma eğilimindedir. Bu durumda, sunulan meta fiyatı, her üreticinin metalarının bireysel değerlerine kıyasla, bu türdeki tüm metaların ortalama değeri veya Marx’ın piyasa değeri olarak adlandırdığı şey tarafından belirlenir. Ortalama üretkenliğin üstünde üreticiler için, metaların bireysel değeri piyasa değerinden daha düşük; bu nedenle, bu yüksek üretkenlikli üreticiler, metalarını piyasa değerinde satıldıklarında bir ‘süper kâr’ alacaklardır. Tersi durumda, ortalamanın altında üretkenliğe sahip üreticiler için, metalarının bireysel değeri piyasa değerinin üzerindedir; Bu nedenle, bu düşük üretkenlikli üreticiler, metalar piyasa değerinde satıldıklarında kar kaybına uğrayacaklardır. Başka bir deyişle, kapitalist ekonomilerde sanayi içi rekabetin normal mekanizmasının bir sonucu olarak, düşük üretkenlikli üreticilerin yüksek üretken üreticilere artı değer transferi gerçekleşir.
Dussel, Marx’ın endüstri içi rekabet ve piyasa değeri teorisini “bağımlılık” konusundaki önemli soruna genişletiyor. Günümüzün küresel kapitalist ekonomisinde, düşük üretkenli üreticiler az gelişmiş ülkelerde ve yüksek üretken üreticiler merkez ülkelerdedir; Bu nedenle, çevre ülkelerden merkez ülkelere artı-değer transferi, yani merkez ülkeler için süper kazançlar ve çevre ülkeler için kazanç kaybı var. Dussel, “bağımlılığın özü, artı-değerin daha az gelişmiş ülkelerden daha gelişmiş ülkelere aktarılması”dır diyor. Çeşitli merkez ülkelerin tekel gücü, merkez ülkelerine aktarılan artı-değeri artıracakdır, ancak Dussel tekelci güç olmadan bile, dünya kapitalist ekonomisinin normal rekabet mekanizmasının, yoksul ülkelerden yoksul ülkeleri daha da yoksullaştıracak zengin ülkelere artı-değer aktardımına dayandığını ve “bağımlılık” sorununu devam ettirdiğini ve daha da şiddetlendirdiğini savunuyor .
Marx’ın rekabet teorisine ve artı-değer dağılımına dayanan Dussel’in ‘bağımlılık’ kuramının sonuçları gerçekten derindir. Dussel’in teorisi, ‘bağımlılık’ durumunun ve yoksul ülkelerden zengin ülkelere artı değer taşınmasının, yoksul ülkeler zengin ülkelerde teknoloji ve üretkenliğin gerisinde olduğu sürece devam edeceğini belirliyor. Bu, muhtemelen çok uzun süre daha devam edecek gibi görünüyor. Ayrıca, Dussel’in teorisi, zengin ülkelerin çeşitli tekel ayrıcalıklarının ortadan kaldırılması yoluyla bağımlılık sorununun üstesinden gelinmeyeceğini ileri sürmektedir. Aynı zamanda, az gelişmiş ülkelerde kendi başına sınıf mücadelesinin işçilerin sömürüsünü sona erdirmek için yeterli olmadığını ileri sürmektedir. Ulusal bağımsızlık, ‘bağımlılık’ sorununun çözümü, yani az gelişmiş ülkelerdeki işçiler tarafından üretilen artı değerin gelişmiş ülkelerdeki kapitalistlere aktarılabilmesi için de gereklidir. Az gelişmiş ülkelerde çalışanların sömürülmesini sona erdirmek için tamamen yeni bir dünya ekonomisi gereklidir.
Dussel’in bu çalışması Marx’ı özellikle Kapital emeğini eleştirel bir değerlendirme sürecine almak için ufuk açıcı yaklaşımlar içermekte. Dussel fikirlerini oldukça yalın ifade etmek için büyük gayret göstermiş olmasına karşın kitapta ileri sürdüğü fikirleri şemalaştırarak görselleştirmeye çalışmasının anlamayı kolaylaştırması, kavram oluşum ilişkilerini göreli yaklaşımlardan uzaklaştırması açısından oldukça önemli buluyoruz.
Dussel’in Marx’ın Kapital’i üzerine çalışmaları beş ciltten oluşmaktadır:
1) Grundrisse üzerine eleştiri
2) Bilinmeyen Marx:1861-1863 elyazmaları üzerine bir yorum
3) 1863-1865 elyazmaları ve Kapital’in 1. Cildi (1867-1873) üzerine bir yorum
4) Marx’ın kategorileri üzerine bir sentez: 16 ekonomi politik tez
5) Marx’ın teolojik metaforları.
Dussel bu kitapları telif bedeli istemeyerek Köstebek Kolektif tarafından çevilip yayınlanmasını önerdi. Köstebek Kolektif, Kapital üzerine 1861-63 El yazmaları üzerine çalışmayı öne alarak yayınlanma hazırlıklarını sürdürmektedir.