Prusya ordusunun 131 günlük Paris kuşatmasının ardından teslim olan ve ateşkes imzalayan Fransız hükümetinin başkanı Tiers, egemen sınıfa tehdit oluşturduğu kanaatiyle 18 Mart’ta Paris proletaryasını silahsızlandırmaya girişince iç savaşı başlatmış oldu. Proletarya, burjuvazinin bu silahsızlandırma girişimini boşa çıkardı.
Ulusal Muhafızlar, Paris’teki eski devlet aygıtının çökmesiyle, tüm stratejik noktaları hiçbir direnişle karşılaşmadan ele geçirdi. 18 Mart’ta geçici olarak iktidarı ele geçiren Ulusal Muhafızlar Merkez Komitesi şu açıklamayı yaptı: “Proletarya, kendi kaderini eline almanın ve iktidarı ele geçirerek zaferini ilan etmenin kendi emri ve mutlak hakkı olduğunu anlamıştır ”.
Ulusal Muhafızlar Paris’teki en büyük devrimci örgüttü, ancak o gün iktidarı almayı planlamamıştı. Güç, pratikte onun ellerine geçmişti; böylece, silahlı gücüne dayanan yeni bir devrimci rejimin fiili hükümeti haline geldiğini keşfetmiş oldu. Ulusal Muhafızlar bu güçle ne yapacağına karar vermeliydi. Ulusal Muhafızlar Merkez Komitesi, neredeyse o anda iktidardan feragat etmeye hazırdılar. ‘Yönetmemiz için gerekli “yasal yetkimiz” yok diyorlardı. Bu nedenle bir an önce seçim yapılmasına karar verildi.
Acil sorun, Thiers’in savaş gücünü Versay’a çekmesiydi. Blanquistler, Thiers’in komutasındaki güçlerden geriye kalanları dağıtmak için Ulusal Muhafızların derhal Versay’a yürümesini önerdiler. Ancak görüşleri çoğunluk kararına dönüşmedi. Çoğunluk, “saldırganlar olarak görünmemeyi” tercih etmişti.
Merkez Komitesi enerjisini yaklaşan belediye seçimlerinin tarihi ve yöntemleriyle ilgili uzun müzakerelerle geçirdi. 26 Mart’ta Paris’in emekçileri yeni bir Komünal Konsey seçmek için sandık başına gitti. Parislilerin ezici bir çoğunluğu (40.000 oya karşı 190.000 oyla) isyanı destekleyen adaylara oy verdi ve seçilen seksen beş temsilciden yetmişi devrimi desteklediklerini açıkladı. Belirli bölgelerin eski başkanlarından oluşan bir grup olan eski yönetimin on beş ılımlı temsilcisi derhal istifa ederek Komün konseyine katılmadı; kısa bir süre sonra dört radikal de onlara katıldı.
Kalan altmış altı üye, geniş sol yelpazenin temsilcileriydi. Bu üyelerin dağılımı şöyleydi: yirmi neo-Jakoben cumhuriyetçi, Blanqui’nin bir düzine takipçisi, Uluslararası İşçi Derneği’nin on yedi üyesi ve birkaç bağımsız devrimci. Blanqui, hapishanede olmasına rağmen konsey üyeliğine seçildi.
Thiers, bu kritik zamanı kendi lehine kullandı. Versay’da toplanan ordu, Bismarck’ın da yardımıyla, bir saldırı başlatmak üzere yeni birlikler ve silahlarla takviye edilerek Paris’in etrafına konuşlandırıldı.
Komünün Doğuşu
Yeni seçilen Komün, devrimci Paris’in resmi hükümeti olarak Ulusal Muhafızların komutanlığının yerini aldı. 28 Mart’ta, kızıl bayraklarla donatılmış olan Hôtel de Ville’nin önünde, Paris Komünü’nün kurulduğu resmen ilan edildi. Hôtel de Ville’nin önünde toplanan kitleler coşkuluydu, devrimci şarkılar söylüyor, “Yaşasın Komün!” sloganını haykırıyordu. Aynı gün, Komünal Konsey ilk toplantısını umut dolu bir havada yaptı. Komün, daha ilk kararnamesinde Blanqui’yi fahri başkan olarak seçti ve ilk önlem olarak da ölüm cezasını ve zorunlu askerlik uygulamasını yürürlükten kaldırdı. Ulusal Muhafızlar ve silahlanmış işçiler artık Paris’in tek silahlı kuvvetiydi.
Paris halkı, Komün’ü desteklemek ve savunmak üzere tüm mahallelerde komiteler kurdu, gruplar halinde örgütlendi. Metropolün her köşesi, dayanışmayı ifade eden ve yeni bir dünyanın inşasını planlamak üzere çeşitli girişimlere ev sahipliği yaptı. Montmartre, “özgürlüğün kalesi” olarak ilan edildi.
Paris Komünü 72 günlük kısa iktidar dönemi içinde o güne kadar eşi benzeri görülmemiş bir dizi yasa çıkardı. Gerçekten de bu Komün hükümeti, daha önce tarihte hiç eşi benzeri olmamış bir hükümetti: Devlet memurlarının tüm ayrıcalıkları kaldırıldı, hiçbir “yönetici” ve temsilciye ortalama işçi maaşından daha fazla ödeme yapılmayacağı kararlaştırıldı. Dahası, seçilen tüm temsilciler halka karşı sorumluydu ve her an kendilerini seçenler tarafından azledilerek geri çağrılabilirlerdi.
Komün, hükümetin yasama ve yürütme işlevlerini birleştirerek, proleter demokrasisini uygulanabilir bir gerçeklik olarak görünür kıldı. Eski hükümet iktidarının baskıcı organları kesilip atılırken, meşru işlevleri toplumun kendisi üzerindeki üstünlüğü gasp eden bir otoriteden sıyrılıp, sorumluluğu, toplumun geri çağrılabilir olan seçilmiş temsilcilerine iade edilecekti. Genel oy hakkı, artık, egemen sınıfın hangi üyesinin parlamento üyeliği aracılığıyla toplumsal temsilin gasp edilmesine karar vermek yerine, Komünlerde oluşturulan halka hizmet etmek olacaktı.
Komün, kilise ile devletin ayrıldığını, mülklerine el konulduğunu ve kiliseye yapılan her türlü yardımın yasaklandığını ilan etti. Din, artık tamamen özel bir meseleydi. Eğitim, artık tüm vatandaşlar için ücretsiz olacaktı. Artık halk eğitimi, sanatı ve kültürü herkese açıktı. Komün, ölüm cezasını kaldırdı; tüm giyotinler toplanarak halkın huzurunda yakıldı. Vendôme Sütunu gibi Fransız militarizminin sembolleri yok edildi. Evsizler için boş evler ve kamu binaları tahsis edildi. Kiralar askıya alındı.
Devrimde ulusal ayrımcılığa yer yoktu. Komün üyeliği, gelişmesi için çaba harcayan herkesi kapsıyordu ve yurttaş olmayan yabancılar Fransız halkıyla aynı sosyal haklara sahipti. Eşitlik ilkesi, Komün’de fiili sorumluluk alan üç bin yabancının oynadığı önemli rolden de açıkça görülüyordu. Uluslararası İşçi Birliği’nin Macar bir üyesi olan Leó Frankel, yalnızca Komün konseyine seçilmekle kalmadı, aynı zamanda onun temel pozisyonlarından biri olan çalışma “bakanlığı” görevini de üstlenmişti. Benzer şekilde, Polonyalı Jarosław Dąbrowski ve Walery Wróblewski, Ulusal Muhafızların başındaki seçkin generallerdendi. Komün, “Komün bayrağı Evrensel Cumhuriyettir” diyerek, üç renkli Fransız bayrağı yerine kızıl bayrağı benimsedi.
İşçi Kontrolü
Borç geri ödemeleri için son tarihler, herhangi bir ek faiz ücreti olmaksızın üç yıl ertelendi. Kiranın ödenmemesi durumunda uygulanan tahliyeler askıya alındı ve bir kararname ile evsizlere kalacak yer tahsis edilmesi kararlaştırıldı. On saat olan iş gününün kısaltılarak sekiz saate düşürülmesi Komün’ün planları arasındaydı. İşverenlerin bir ücret düşürme politikası olarak işçilere karşı uygulanan sahte para cezaları yasadışı ilan edildi, ücretler artırıldı.
Yiyecek arzını artırmak ve fiyatları düşürmek için düzenlemeler yapıldı. Fırınlarda gece çalışması yasaklandı ve belediyeye ait et dükkânları açıldı. Nüfusun dar gelirli kesimlerinin faydalanacağı sosyal yardımlar -örneğin terk edilmiş kadınlar ve çocuklar için gıda bankaları genişletildi. Meşru ve gayri meşru çocuklar arasındaki ayrımcılığın sona erdirilmesi için önlemler alındı.
Öğretim hem kız hem de erkek çocuklar için ücretsiz ve zorunlu hale getirildi. Öğretimde dini esaslardan esinlenilerek oluşturulmuş kural ve talimatların yerini, rasyonel ve bilimsel temellere dayanan seküler öğretim aldı. Kadınların eğitiminin önündeki engelleri kaldırmak için zorlayıcı yaptırımlar benimsendi.
Enternasyonalist devrimci Leo Frankel, Marx’a yazdığı bir mektupta, “Sınıf ilişkilerinde radikal bir değişiklik yapabilirsek, 18 Mart devrimi, tarihin kaydettiği tüm bu devrimler arasında en verimli olanı olurdu” diyordu. Frankel, bu “radikal değişiklikleri” gerçekleştirmek için komünün Çalışma ve Değişim Komisyonu’nda bir delege olarak yer almıştı. Bu komisyonda büyük ölçüde Enternasyonal üyeleri görev yapıyordu ve işçi sınıfının çıkarlarını korumak için önlemler alıyorlardı. Komisyonun önlemleri arasında, işçileri acımasızca sömüren tefeciliği yasaklayarak tefecileri ortadan kaldırmak, fırın işçilerinin gece çalışmalarına son vermek ve fabrikalarda işçilere uygulanan para cezası uygulamasını kaldırmak da vardı.
Komisyon, hızla, Paris savaşı ve kuşatmasının alt-üst ettiği ekonomik hayatı yeniden örgütlemek için harekete geçti. Devrim sırasında birçok kapitalist, fabrikalarını terk etmiş ve arkalarında binlerce işsiz bırakarak Paris’ten kaçmıştı. Komisyon, Komün’e sunduğu bir önerge ile terk edilmiş ve işletilmeyen fabrikaların bizzat işçiler tarafından ele geçirilerek işletilmesi için bir kararname çıkarılmasını sağladı.
Kararname, yalnızca terk edilmiş ve işletilmeyen fabrikaları kapsıyor, karşılığında mal sahiplerine tazminat ödenmesini içeriyordu. Bu nedenle, Merkez Bankası’nın kaynakları kullanılamadığı için endüstrinin tamamen kamulaştırılmasını kapsamadı.
Komisyonun çabası ve işçilerin coşkusu, üretimde işçilerin kontrolüne ilişkin kararnamenin kaotik bir ortamda ve gelişigüzel uygulanmasını engellemedi. Bir yanda özel sektör varlığı diğer yanda ise işçilerin kontrolü, üretim alanında birbiriyle çelişkili bu ikili durumun yarattığı huzursuzlukla birlikte bir arada var oldu. Korkunç askeri durum, ekonomiyi planlı hale getirmek için yapılmak istenilenleri imkânsız hale getirdi. Sonuç olarak, böyle bir ortamda sadece birkaç düzine fabrika işçi kooperatifleri tarafından yönetilmiş olsa da bunların hepsi için demokratik bir uygulama ile organize edildikleri gibi bir durum söz konusu değildi.
Yine de Komün, bir yandan Bismarck’ın bombardımanı, diğer yandan Versaylıların saldırıları karşısında gösterdiği kahramanca direnişin ortasında, kısıtlı kaynak ve olanaklarına rağmen büyük bir insan enerjisi ve mali kaynak harcanmasını gerektiren işler başardı. Daha fazlasını yapabilmesi için daha büyük bir mali kaynak gerekirdi. Ancak, bu büyük kaynağı temin edebileceği yegâne yer olan Merkez Bankası’na el koyarak kendi denetimi altına almadığı gibi, karşı-devrimin merkezi olan Versay hükümetinin devrimi ezmek ve Komünü dağıtmak için bu kaynağı kullanmasını engelleyecek ya da sınırlayacak önlemleri de almadı.
Komün finansmanından sorumlu olan kişi, Proudhon’un yakın arkadaşı Charles Beslay’dı. Komün’de büyük bir etkisi olan Beslay, 1866’dan beri Birinci Enternasyonal’in üyesiydi. Sosyalizmin mali kontrolle, yani kredi kullanımı yoluyla geleceğini savunan Proudhoncu siyasete bağlı olduğu için genel olarak bankacılık ve finans sistemine körü körüne inanıyordu. Komün’ün, Merkez Bankası’nda bulunan mali kaynakların tamamını denetimi altına almasının yağma ile sonuçlanacağını ileri sürdü ve dönüşüm tamamlana kadar mülkiyete saygı gösterilmesi gerektiğini savundu. Bu nedenle de Komün’ün bu kaynağa el koyarak denetimi altına alması ve kullanması gerektiği yönündeki önerileri reddetti.
Beslay, Merkez Bankası’nın Paris’te yaşananlardan çok korkmuş olan yöneticisi Rouland’ı görevden almak ve bankanın elinde tuttuğu devasa fonların kontrolünü ele geçirmek yerine, Rouland’ın yerinde kalmasına izin verdi ve yalnızca Paris’i savunan Ulusal Muhafızlara ödeme yapmak için yeterli fon istedi. Rouland, Beslay’ın bankanın yönetim kuruluna “Komün delegesi” olarak katılmasına izin verdi ve bankanın Komün’ün kontrolünden ve taleplerinden bağımsızlığını sağlamak için hareket etti. Sonuç olarak; Merkez Bankası, yetmiş iki gün süren iktidarı boyunca ihtiyaçları için Komün’e sadece 16.7 milyon franklık bir fon tahsis ederken, Komün’ü ezmek için ant içmiş karşı-devrimci Versay hükümetine 315 milyon frank gönderdi!
Kadınların Kurtuluşu
Komünün işçi sınıfı kadınları, Kanlı Hafta boyunca, Fransız burjuva ve küçük burjuvaları tarafından, sözde binaları ve özel mülkleri yakan Pétroleuslar olarak karalandı. Onlara göre Pétroluslar, ataerkil burjuvazinin, Komün’ün aileyi, dini ve medeniyetin kendisini yok etmekle tehdit eden her türlü vahşi tutkuyu açığa çıkardığının kanıtıydı. Paris’i ateşe veren acımasız Pétroleuslar büyük ölçüde gerici bir efsaneyken, Komün, işçi sınıfından kadınları özgürleştirmeye çalıştı. Kadınlar, 18 Mart’tan Mayıs’taki son çatışmalara kadar Komün’ün her aşamasına etkin olarak katıldı. Devrimi kendilerinin gördüler, öğretmenlikten hemşireliğe, askerlikten politikacılığa kadar pek çok alanda rol alarak sorumluluk üstlendiler. Komün’de aktif olan kadınlar için toplumsal eşitlik siyasi sorunlardan ayrılamazdı.
Komüne katılan en tanınmış kadınlardan biri, “Montmartre’nin Kızıl Bakiresi” olarak bilinen anarşist Louise Michel’di. Michel, Paris kuşatması sırasında hemşire olarak çalıştı, ancak daha sonra hem Kadınların İhtiyat Komitesi’nde hem de Ulusal Muhafızlarda aktif rol aldı. Komün sırasında, Blanquist Raoul Rigault ve Théophile Ferré’nin müttefikiydi. Bir ara, Blanquist yoldaşları onu bunu yapmaktan vazgeçirmiş olmalarına rağmen, Michel, yine de Başkan Adolphe Thiers’e suikast düzenlemeyi planladı.
Michel, Kanlı Hafta boyunca barikatlarda savaştı ve Thiers’in Versaylılar olarak bilinen karşı-devrimci ordusu tarafından ele geçirildi. Daha sonraki duruşmasında Michel, komün sırasındaki rolünü savunarak meydan okudu. “Ayrıca Komün’ün bir suç ortağı olmakla suçlanıyorum” dedi. “Bu oldukça doğru, çünkü Komün her şeyden önce Sosyal Devrimi gerçekleştirmek istiyordu ve Sosyal Devrim benim en büyük dileğim. Dahası, Komün’ün destekçilerinden biri olarak suçlanmaktan onur duyuyorum.”
Komün, çıkardığı kararnamelerle kadınların lehine bir dizi hukuki önlem aldı. Medeni evlilik kabul edildi ve 1816’dan itibaren yasadışı olarak ilan edilmiş olan boşanma hakkı yeniden yasal güvence altına alındı. Evlilik dışı ilişkilerde dünyaya gelen ve “gayri meşru” ilan edilen çocuklar tanındı. Evli olmayan kadınların evli kadınlarla eşit ve aynı haklara sahip olduğu kabul edildi.
Bu kararnameler, Komün döneminin en önemli kadın örgütlerinden biri olan Paris Savunması ve Yaralıların Bakımı için Kadınlar Birliği tarafından desteklendi. Alt sınıftan 20 yaşında genç bir Rus kadın olan Elisabeth Dimitrieff, Birliğin ana organizatörüydü. Elisabeth Dimitrieff, Birinci Enternasyonal’in bir üyesiydi ve Londra’da Marx’ın sekreteri olarak görev yapmıştı. Kadın Birliği, çoğunluğu işçi sınıfından gelen 3.000 ila 4.000 civarında üyeye sahipti ve stratejik olarak sosyal savaşların belirlenmesinde merkezi bir rol oynadı.
Birlik, kadınlar için kısaltılmış çalışma saatleri, eşit ücret, sendikalar ve kooperatifler gibi bir dizi acil reform talep ederek, uygulamaya girişti. Sonuç olarak, kadınların ezilmesinin temellerine meydan okumadan Komün devriminin tamamlanmamış olacağına inanıyordu. Komünün, ayrımcılığın egemen sınıfların ayrıcalıklarını korumanın bir yolu ve uygulanmış olduğu için tüm ayrıcalıkların ve eşitsizliğin ortadan kaldırılmasını savunması ve uygulaması, nüfusun herhangi bir kesiminin tüm meşru şikâyetlerini cinsiyet ayrımcılığı olmaksızın dikkate alması gerektiği politikası doğrultusunda mücadele ettiler. Kadınlar, ruhsatlı genelevlerin kapatılmasını sağladılar, “Eşit işe eşit ücret!” sloganını ortaya attılar, evlilik içinde eşit haklar ve özgür sendikaların tanınmasını talep ettiler ve işçi sendikalarında kadınlara tahsis edilmiş odaları teşvik ettiler.
Kadınlar, hâlâ Komün Konseyi’nde oy kullanma ve oturma hakları olmamasına rağmen, toplumsal düzenin eleştirisinde önemli bir rol oynadılar. Çoğu durumda, burjuva toplumunun normlarını ihlal ettiler ve ataerkil ailenin değerlerine karşı yeni bir kimlik öne sürdüler, kamusal alanla ilişki kurarak ev mahremiyetinin ötesine geçtiler.
Kadınlar, Mayıs ortasında, Versaylıların Paris kapılarına dayanmasıyla birlikte askeri durum kötüleşince, silaha sarılarak kendilerine ait bir tabur kurdular. Birçoğu barikatlarda son nefesini verdi. Burjuva propagandası, onları en acımasız saldırılara maruz bıraktı, Pétroleus olarak adlandırıldılar ve sokak savaşları sırasında şehri ateşe vermekle suçlandılar.
Devrimin Savunulması
Komün’ün kurulduğu ilk günden itibaren karşı karşıya kaldığı en büyük sorun, askeri savunmaya mı yoksa toplumsal reformları sürdürmeye mi odaklanılacağıydı. Bu, soyut bir tartışma değildi. Fransız Ordusu Paris’i yeniden ele geçirmeye ve devrimi kana boğmaya kararlıydı. Émile Duval gibi Blanquistler için, Komün’ün önce grev yapması zorunluydu. Komünarlar için devrimin ilk günleri zafer şansının oldukça yüksek olduğu günlerdi; zira Fransız ordusunun çoğu Bismark’ın elinde savaş esiriydi ve Thiers’in komutasında yalnızca 12.000 asker vardı. Ulusal Muhafızlar, Thiers’in ordusu karşısında sayıca üstündü ve hızlı bir genel grev ve topyekün seferberlik ile başarılı olabilirdi. Ancak böyle bir tutum ile Versay’a taşınmış olan hükümete bağlı askeri güçlerin Paris’i kuşatması engellenebilirdi. Komün Konseyi, bunun yerine, iç savaştan kaçındı ve Thiers ile müzakerelere başladı. Bu, Komün için boş bir umuttu. Thiers, iç savaşın başladığını ve karşıt taraflardan birinin galip gelmesiyle sona erebileceğini daha hükümeti Versay’a taşırken kabul etmişti. Blanquist Gaston Da Costa da bunu anlamıştı: “Versay Meclisi’nin tavrında bir değişiklik kararlar ve bildirilerle değil, top mermileriyle vurularak sağlacaktır” demişti.
Thiers, 18 Mart’tan itibaren askeri hazırlıklara girişerek orduyu yeniden organize etti ve 2 Nisan’da saldırıya başladı. Ulusal Muhafızlar ise 4 Nisan’da karşı saldırıya geçtiğinde, savaş için en temel hazırlıkları ihmal etmişti. Thiers, Komün’ün bir askeri hazırlık ve örgütlenmeden yoksun olan karşı saldırısını kendi lehine çevirebildi ve karşı saldırı, Komün için tam bir felaket oldu. Orduyu yeniden organize etmeye devam eden Thiers, savaş esirlerinin serbest bırakılması için Bismarck ile görüşerek anlaştı ve iki ay içinde Fransız ordusuna bağlı kuvvetleri yeniden dizayn ederek son bir saldırı hazırlığı için Paris’i tamamen kuşattı. Komün, merkezi, disiplinli ve hazırlıklı bir ordudan yoksun olduğu için bir daha saldırıya geçemedi. İki ay içinde, Ulusal Muhafızlara başkanlık etmek üzere beş kez savaş delegesi değişikliğine gittiyse de, hiçbiri, ihtiyaç duyulan askeri liderliği sağlayamadı.
Komün, büyük bir devrimci enerjiyle doluydu, fakat net bir önderliğe ve siyasi programa sahip değildi. Komünarların saflarında açık siyasi bir otoriteyi sağlayabilecek tek bir figür yoktu; Komün Konseyindeki çıkarların, ideolojilerin ve kişiliklerin çeşitliliğinin yarattığı kargaşa ortamı anlaşmazlıkları beslemiş, bu da onu etkisiz bir yönetim organı haline getirmişti. Sonuç olarak, komün eylemsizlik ve düzensizlik nedeniyle tıkandı.
Blanquistler, düşmanı yenmek için sert önlemler gerektiğine inanıyorlardı. Komün’ün kargaşasının ortasında Rigault, Blanqui’nin tek başına onları kurtuluşa götürebileceğine inanıyordu. Sorun, Blanqui’nin hapishanede olması ve Thiers ile yapılan görüşmelerin onun serbest bırakılmasını sağlayamamasıydı. Rigault çaresizlik içinde, Paris Başpiskoposunu ve Komün tarafından tutulan 70 rehineyi Blanqui ile değiştirmeyi teklif ettiyse de, Thiers bu teklifi reddetti.
Burjuvazi, Komünarların toplumsal yaşamı komün tarzı örgütlemesinin burjuva devletin “demokratikleştirilmesi” ile hiçbir alakasının olmadığını doğru anlamıştı. Komün, burjuva devlet makinesini mükemmelleştirmek yerine yıkıp parçalıyordu. Bu, Komün’ün gelecekteki tüm işçi hareketine miras bıraktığı temel derstir.
Egemen sınıf için proletaryanın oluşturduğu temel tehdit, işçi sınıfının kendi düzenine karşı çıkmaya cesaret etmesi değil proleter iktidarını cisimleştirmeye cüret etmesiydi. Bu nedenle burjuvazi için Komün tahammül edilemez bir şeydi ve proletarya iktidarının sembolü olan Komün ne pahasına olursa olsun her türlü yöntem kullanılarak mutlaka yok edilmeliydi. Paris Komünü, burjuvazinin kendi sınıf çıkarları söz konusu olduğunda, yabancı düşmana karşı işçi sınıfının bilincini zehirlemek için kullandığı “vatanseverlik” nidasından vazgeçerek ülkenin toprak bütünlüğünü bozan düşmanıyla (Bismarck) bile birleşmeye istekli bir tercihe sahip olduğunu ortaya çıkardı. Bu nedenle burjuvazi, Paris’i silah zoruyla proletaryadan geri aldığında öncelik olarak başkentte iktidarını yeniden tesis etmeyi değil, işçi sınıfına asla unutmayacağı bir ders vermek için toplu katliamlara girişmeyi tercih etti.
Nisan ayının başından itibaren, Paris’in kuzeyindeki ve doğusundaki kaleleri işgal eden Thiers ve Bismarck, Komünü ezmek için ‘Kutsal İttifak’larını örgütlemeye başladılar. Fransız ve Prusya orduları arasındaki bu yakın işbirliği, Paris’in tamamen kuşatılmasına olanak sağladı. 7 Nisan’da Versay birlikleri Paris’in batısındaki kaleleri ele geçirdi. Ulusal Muhafızların sert direnişiyle karşı karşıya kalan Thiers, Bismarck’ı Sedan’da esir alınan 60.000 Fransız askerini serbest bırakmaya ikna etti. Bu gelişme ile Versay hükümeti, Mayıs ayının başından itibaren Komün’e karşı kesin bir sayısal avantaj elde etmiş oldu. Mayıs ayının ilk iki haftası içinde güney cephesi kapandı.
21 Mayıs günü, general Gallifet komutasındaki Versay birlikleri, Prusya ordusunun açtığı bir gedik sayesinde Kuzey ve Doğu yönlerinden Paris’e girdiler. Sekiz gün boyunca işçi sınıfı bölgelerinde çatışmalar şiddetlendi; Komün’ün son savaşçıları, Bellevile ve Menilmontant’ın tepelerinde son direnişlerini sergilerken düştüler. Ancak Komünarlara yönelik katliamlar burada bitmedi. Egemen sınıf, yenilmiş ve silahsızlandırılmış Paris proletaryasından, sınıf egemenliğini sorgulamaya cüret eden bu “aşağılık pislikler”den intikamını almak ve zaferinin tadını çıkarmak için katliamlarına devam etmek istiyordu. Bismarck’ın birliklerine herhangi bir kaçağı tutuklama emri verilirken, Gallifet’in orduları, savunmasız erkek, kadın ve çocuklara yönelik eşi-benzeri görülmemiş bir katliam gerçekleştirdi: onları, soğukkanlı bir şekilde, idam mangalarının makineli tüfek atışlarıyla katlettiler.
“Kanlı Hafta” korkunç bir katliamla sona erdi; sadece sekiz günde 30.000 Komünar katledildi. 28 Mayıs’ta Père-Lachaise’de son Komünarlar katledildikten sonra, Paris’e “düzen” geri getirildi. Ardından toplu tutuklamalara girişildi; tutukluların bir kısmı “örnek olması için infaz” edildi, önemli bir kısmı açlık ve susuzluktan öldü(rüldü). Sağ kalan diğerleri zorunlu çalışma kolonilerine nakledildi. Kimsesiz kalan yüzlerce çocuk sözde “ıslah evlerine” yerleştirildi.
Egemen sınıf bu şekilde düzenini yeniden kurdu. Sınıf diktatörlüğü tehdit edildiğinde tepkisi budur. Komün, yalnızca burjuvazinin en gerici kesimleri tarafından kanla boğulmuş da değildir. Kirli işi monarşist birliklere bıraksalar da, katliam ve terörün tüm sorumluluğunu taşıyan, Ulusal Meclisi ve liberal parlamenterleri ile “demokratik” cumhuriyetçi fraksiyondu.
Komünarlar, kapitalist sömürü ve baskıdan arınmış farklı ve yeni bir dünyanın mümkün olduğunu göstermişlerdi. Yine de ilham almak için tek başına Komün’e bakmak yeterli değil. Aksine, işçi sınıfı kalıcı bir zafere ulaşmak için onun hem başarılarının hem de başarısızlıklarının nedenlerini anlamalıdır.