Covid pandemisi ile ortaya atılan sağlık ve kapanma söylemi aslolarak bambaşka bir gerçekliği perdelemekteydi. O da 2008 yılında başlayan kapitalizmin yapısal krizini perdelemek ve bedelini emekçilere ödetmekti. Nitekim sonuçlarını hep birlikte yaşayarak gördüğümüz bir gerçeklik karşımıza çıktı. Temel gıda ürünlerinden barınma ihtiyaçlarına önlenemez bir biçimde birkaç kat artan fiyatlar ve buna karşılık ücretlerde dişe dokunur yapılamayan artışlar, yoksulun daha da yoksullaştığı zenginin ise daha da ve sermaye devletleri ile zenginleştirirldiği bir gerçeklik…
Diğer taraftan Ukrayna’da karşımıza çıkan Batı emperyalizminin krizini hafifletmek adına yeni ve temas edemediği doğu coğrafyasındaki rant alanlarını paylaşabilmek adına kışkırttığı savaş gerçekliği hız kesmeden devam etmekte.
Filistin’de ise bir işgal devleti olarak meşruiyeti dahi bulunmayan İsrail “Aksa Tufanı” sonrası hız kesmeden soykırımına devam etmekte. Kapitalizmin ve burjuva demokrasisinin temel ilkelerini BM aracılığı ile bütün dünyada kabul ettirdiği temel “insan hakları” sözleşmelerinin bile hiçe sayıldığı bir vahşet ile 45 bini aşkın insanı çocuk , kadın demeden katlettiği bir gerçeklik karşımıza çıkmakta. Batı emperyalizminin bütün ülkeleri örtük ya da doğrudan İsrail’in yanında saf tutmuş durumdalar. Protestoların baskı ile durdurulmaya çalışıldığı, sermaye devletlerini durdurmaya yetmediği bir düzlem içindeyiz.
Emperyalist kapitalist silahlanmanın durmaksızın arttığı bir gerçeklik hali karşımızda yeni bir emperyalist paylaşım savaşının hazırlıklarını göstermekte.
Kabaca böyle bir panorama içerisinde bulunan dünya gerçekliğinde bu çığrından çıkmışlığı ortadan kaldıracak tek güç proletaryadır. Yalnızca o sermayenin bu gözü dönmüş saldırısını durdurabilecek araçları ve gücü bağrında taşıyabilir.
Çünkü Proletarya tüm toplumsal zenginliği üreten sınıftır, ancak bu üretim sürecinin bir öznesi olmaktan çok nesnesi durumuna düşürülmüş bir sınıftır mevcut haldeki proleterya. Proleteryanın mevcut durumunu bu hale getiren şey üretim araçlarının tepesine çöreklenen bir avuç kapitalistten başkası değildir. Kapitalistler bu egemenlik dolayısıyla işçi sınıfını kendi yasalarına boyun eğdirmek yani ürettikleri değerin ve maddi yaşamın bütün zenginliklerinin kontrolünden mahrum bir biçimde boyun eğen bir nesnesi pozisyonuna mahkum edilmektedir.
Marx ve Engels’in yüz yetmiş altı yıl önce kaleme aldıkları Manifesto’da “Burjuva sınıfının varlığının ve egemenliğinin temel koşulu sermayenin oluşması ve artmasıdır; sermayenin koşulu ise ücretli emektir” denmektedir. Yani ücretli emek olmasaydı kapitalizm olmazdı; kapitalizm olmasaydı ücretli emek olmazdı: bunlar kapitalist toplumun üzerinde durduğu iki temeldir.
Proletarya, yani ücretli emekçi sınıf, kendisini neyden özgürleştirmelidir? Tam olarak, yaşamak için, oluşumunu, genişlemesini ve yoğunlaşmasını koşullandıran yasalarına göre sermaye tarafından sömürülmek zorunda olan ücretli sınıf konumundan. Bu özgürleşme mücadelesinin kendisi insanın insan tarafından sömürüsünün olmadığı sınıfısız, devletsiz ve de sınırsız bir komünist dünyayı kurana kadar devam edecektir.
Oysa proletarya bugün örgütsüz, öncüleri suskun, tepesine çöreklenmiş sendikal ve siyasal önderlikler eliyle kafası karıştırılmış durumda.
“Anavatanlar”, “uluslar”, “dinler” burjuvaziye ve onların sadık küçük burjuva uşaklarına bırakılabilir. Bizim savunacak ne “anavatanlarımız” ne “uluslarımız” ne de destekleyecek dinlerimiz var: bizim savaşımız yalnızca sınıf savaşı olabilir, nihayetinde iktidarı kazanmak ve sömürenlerin ve sömürülenlerin olmadığı sınıfsız bir toplumu var etmek için. Bu nedenle, bugünden başlayarak, ulusal birliği bozmak ve tüm hükümetlerin savaş çığırtkanı politikalarına karşı çıkmak için kendimizi örgütleyelim! Devrimci bozgunculuk ve proleter kardeşlik sloganını her türlü engel ve sınırın önünde ve ötesinde, eylemsel içerikle doldurarak güçlü bir şekilde tekrarlıyoruz.
Bugün görev açık ve nettir. İşçi sınıfının siyasal ve sendikal önderlikleri sınıfın devrimci zemininde yeniden inşa edilmek zorundadır. Bu görev ertelenemez ve zorunlu temel görevimizidir. Bu görev iki temel ayağın yani hem sınıfın uluslararası kitlesel emek örgütünün ve hem de proletaryanın öncülerini bağrında toplayan siyasal devrimci önderliğinin yani proletarya partisinin uluslararası düzlemde inşasının işçi sınıfının ve dolayısıyla gezegenimizin ve insanlığın kurtuluşunun kaçınılmaz zorunlu adımı olduğu gerçeğidir.
1 Mayıs 2024 bu görevi kuşanıp, mevcut hain sendikal ve siyasal önderliklerden işçi sınıfının kopuşunu sağlamanın ve dünyayı sarsacak büyük devin uyanışının yolunu açmanın miladı olsun…