Deprecated: Redux::setHelpTab ilevi, Redux 4.3 sürümünden bu yana kullanımdan kaldırılmıştır. Bunun yerine Redux::set_help_tab( $opt_name, $tab ) kullanın. in /var/www/vhosts/kostebek-kolektif.org/httpdocs/wp-includes/functions.php on line 5453

Deprecated: Redux::setHelpSidebar ilevi, Redux 4.3 sürümünden bu yana kullanımdan kaldırılmıştır. Bunun yerine Redux::set_help_sidebar( $opt_name, $content ) kullanın. in /var/www/vhosts/kostebek-kolektif.org/httpdocs/wp-includes/functions.php on line 5453
Rosa Luxemburg, Kadın Kurtuluşu ve Marx’ın Devrim Felsefesi-Raya Dunayevskaya - Köstebek Kolektif

Rosa Luxemburg, Kadın Kurtuluşu ve Marx’ın Devrim Felsefesi-Raya Dunayevskaya

In Açık Seçki, Çeviri, Devrim, Diyalektik, Kadın, Kitap

1970’lerde gerçekleşen üç çok farklı olay bu çalışmayı teşvik etmiştir. Bir. Marx’ın kaleminden çıkan son yazıların transkripsiyonu, Karl Marx’ın Etnoloji Defterleri, Marx’ın eserlerinin bir bütün olarak görülebileceği yeni bir bakış açısı yarattı. Bu, hem onun ilk (1844) tarihsel/felsefi erkek/kadın kavramı hem de son (1881-82) analizi üzerine yeni bir aydınlatma yarattı ve böylece Frederick Engels’e ait Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni adlı çalışmanın Marx ve Engels’in ortak çalışması olduğu şeklindeki Marx sonrası Marksistlerin uzun zamandır devam eden görüşü sarsılmış oldu. Marx’ın Vera Zasulich’e yazdığı yayınlanmamış taslak mektupları arşivlerden çıktıktan sonra, Marx’ın sürekli devrim kavramı şeffaf hale geldi. Bu, sınıflı toplumunun kökünü kazmanın ne kadar derinden olması gerektiğini ve aynı zamanda devrim güçlerinin görüşünün ne kadar geniş olması gerektiğini açıkça ortaya koydu. Bu, tam anlamıyla Marx’ı devrimin, teknolojik açıdan gelişmiş Batı’daki ülkelerden önce, Rusya gibi geri bir ülkede gerçekleşebileceğini tasavvur etmeye yöneltti.

İki. Bu yazıların tarihsel nesnel bir olayın ortaya çıktığı dönemde, yani Kadın Kurtuluşu’nun bir fikirden dünya çapında bir Hareket’e dönüştüğü bir dönemde ortaya çıkmış olması tamamen tesadüf olamaz. Ancak, yazarın Rosa Luxemburg’a odaklanmasına yol açan yalnızca bu olayın nesnelliği değildir. Her şeyden önce, günümüzün önemli bir sorunu olan kitlelerin kendiliğindenliği sorununu kuvvetle dile getiren Luxemburg’tu: Kendiliğindenliğin hem bilinç hem de “Parti” ile olan ilişkisi nedir? Rosa Luxemburg’un feminist yönünün Marksistler ve Marksist olmayan herkes tarafından tamamen ihmal edilmesi nedeniyle Luxemburg’un bu yönünün düzeltilmesi gerekiyor. Dahası, günümüz Kadın Kurtuluş Hareketi’nin, tarihin hatırı için değil, özerklik de dahil olmak üzere kendi talepleri için Luxemburg’un devrimci yönünü özümsemeye ihtiyacı vardır.

Bugünkü Kadın Kurtuluş Hareketi daha önce ne Marksistler ne de Marksist olmayanlar tarafından ortaya konmuş olan yeni ve benzersiz bakış açıları getirmiştir. Ancak görevin tamamlanmamış olması, Luxemburg’un eserlerinin hem feminist hem de devrimci olması göz önünde bulundurularak daha fazla incelenmesi gerektiğine işaret ediyor. Ve bu, Marx’ın eserleriyle yalnızca “metin” olarak değil, fakat bir devrim felsefesi olarak da uğraşmak anlamına geliyor. Bunun eksik yapılması, Kadın Kurtuluş Hareketi’nin hem Akıl hem de güç bakımından bütün potansiyelini geliştirmesine engel olur.

Üç. 1974-75 ekonomik kriziyle birlikte sayısız krizin küresel bir doruğa ulaştığı bu çağda, 1970’lerin bir problemi olmasının ötesinde, bunun, Marx’ın “kapitalist toplumun hareket yasası” olarak adlandırdığı ve kendi çöküşüne, Üçüncü Dünya’nın yükselişine ve gerçek insani temeller üzerine kurulacak tamamen yeni bir topluma yol açacak problem olduğuna şüphe yoktur. Daha önce yayınlanmamış olup yeni keşfedilen eserlerin yayınlanması ve (Marx’ın “ekonomi biliminde” kullandığı kendi “Hegelci” diline geri döndürülerek yapılan Marx’ın en büyük teorik eseri Kapital’in yeni bir çevirisi de dahil olmak üzere) eski eserlerin yeni İngilizce çevirileri gibi konular bile Marksizme yönelik yoğun ve sürekli ilgiyi göstermektedir. Bu, bir on yılın meşguliyetini ya da İşçi, Kadın, Gençlik veya Siyahi bir devrimci gücün amacını çok aşar. Bu, devrime yanı sıra devrim felsefesine yönelik iktidarın fethinden sonra da sürecek bir tutku gerektirir.

Marx’ın yepyeni bir düşünce ve devrim kıtasını keşfetmesi ve hem kavramı hem de pratiği çok yaratıcı bir şekilde bir arada tutması nedeniyle Marx’ın Marksizmiyle uğraşmak küresel bir zorunluluk haline gelmiştir. İster ekonomik krizlere, ister bunların tersine bakılsın gerçek şu ki (sadece sınıf mücadelelerinde değil ulusal kurtuluş hareketlerinde de, hatta şimdi karşı devrimin kamçısı altında işlev görmeye zorlandıkları yerlerde bile) yeni ayaklanma biçimleri ortaya çıkmaya devam etmektedir. Portekiz’de ve “büyük sıkıntıların yaşandığı yıl” Çin’de patlak verdiler; hoş, Mao jübilesini yapmadan önce bile kendiliğinden sokağa dökülen büyük kitleler vardı. İran’da ve Siyahi hareketin küllerinden sonsuza dek yükseldiği karanlık Güney Afrika’da patlak verdiler. Polonya’da olduğu gibi Komünist totalitarizmin baskısı altında ve El Salvador ve Nikaragua’da olduğu gibi Amerika Birleşik Devletleri emperyalizminin dayattığı Latin Amerika oligarşisinin baskısı altında patlak verdiler.

Tüm bu çarpıklıkların en büyük çelişkisi ekonomik-politik-sosyal krizlerin derinliklerinden kaynaklanmakta ve özgürlük için büyük istek uyandırmaktadır. Teorisyenler, özgürlük felsefesinin çağımıza uygulanmasıyla uğraşmak yerine, sadece baskının “temel nedenlerini” arıyorlar. Bu iyi, ama yeterince iyi değil. Bu, nedensellik ile özgürlük arasındaki bütün ilişkiyi daraltıyor; yalnızca eskinin devrilmesini değil, yeninin yaratılmasını da talep eden devrimin ikili ritmine engel oluyor. Topyekun özgürlüğe giden bir yol izlemek yerine, ekonomik determinizm biçimlerinden birine veya diğerine hapsoluyor. Bu yüzden, devrim felsefesini asla fiili devrimden ayırmayan Marx’ın Marksizminin bütünlüğüne geri dönüş yolundan ayrılmamak gerekir: bunların her biri kendi başına tek yanlıdır.

Marx’ın yeni bir düşünce kıtasını keşfetmesiyle geliştirdiği şey Zihnin özgür olmasıdır ve hareket halindeki kitlelerin yaratıcılığıyla sıkı sıkıya ilişkili olduğunda özgürlükte birleşme için kendinden emin ve hazır olduğunu gösterir. Gerçekten de, burjuva toplumdan açıkça ayrılmadan önce, 1841’de Marx, hala akademik çevrelerde “zincirleri olan bir Prometheus” olmasına rağmen, o günün sorunsalını ortaya koymuştur: felsefenin gerçeklikle olan ilişkisi.

Marx’ın, devrim teorisini, ekonomik temele felsefi bir eleştiri yaparak geliştirdiği şeklindeki alışılagelen görüşün aksine, Marx, Tarihsel Materyalizmi bir sürekli devrim teorisi olarak geliştirmiştir. Bunu sadece Hegel’i “ayakları üstünde” durdurarak ve Hegelci diyalektiği “devralarak” değil, Hegelci diyalektiğin tarihteki temeline (Hegel’in diyalektiğini belirleyen probleme, yani Fransız Devrimi’nin ikili ritmine) geri dönerek gerçekleştirmiştir. Marx, olumsuzlamanın olumsuzlanmasını diyalektik metodolojinin yaratıcı gücü ve Mantığı olarak belirlemiştir. İşte Feuerbach’ın kavrayamadığı, Hegel’inse “mistik bir peçe” ile örttüğü şey budur. Marx Hegelci diyalektiği, Hegel’in Düşünceyi “insani özelliklerden arındırması” olarak adlandırdığı şeyden (yani sanki düşünen ve eyleyen insanlar değilmiş de, [düşünce] saf düşünce olarak kendini var ediyormuş gibi) kurtararak, devrimi, sürekli devrimi açıklamak için büyük çaba sarf etmiştir. Marx’ın devrim üzerine, devrimci praxis üzerine (var olan her şeyin devrimci acımasız eleştirisi) inatçı biçimde yoğunlaşması diyalektik felsefenin, sadece felsefede değil pratikte de ve hem siyasette hem de ekonomide Marx’ın eserinin bütünlüğünün temeli olduğunu gösterir. Bu böyle olduğu için, gerçekliğin dönüştürülmesi Marksist diyalektiğin temeli olarak kalır. Bu diyalektik ilke, umarım, kitabın üç kısmının, yani sadece Üçüncü Kısım’ın (“Karl Marx: Hegel Eleştirmeninden Kapital’in Yazarına ve ‘Sürekli Devrim’ Teorisyenine”) değil, aynı zamanda Birinci ve İkinci Kısım’ın (“Teorisyen, Aktivist, Enternasyonalist olarak Rosa Luxemburg” ve “Devrimci Güç ve Akıl Olarak Kadın Kurtuluş Hareketi”) birleştirici güç olarak kendini gösterir.

Marx’ın gelişimindeki iplerin bir araya getirilmesiyle bu eserin üç kısmının iplerini bir araya getirmek nispeten kolaylaştı. Çünkü burada aynı anda Marx’ın, Hegel’in felsefedeki devrimini “nasıl” bir devrim felsefesine dönüştürdüğün, aşağıdan gelen seslere ne kadar duyarlı olduğuna ve bu yüzden “yeni bir Hümanizm” olarak adlandırdığı felsefesinin sürekli geliştiğine tanık oluruz. Tıpkı genç Marx’ın, “Ekonomi” olarak adlandırdığı şeye ilk kez yöneldiğinde proletaryayı, “kapitalizmin mezar kazıcısı” ve proleter devrimin lideri olacak Özne olarak keşfetmesi gibi, aynı şekilde, Marx hayatının sonunda, Morgan‘ın Antik Toplum’u gibi yeni ampirik antropolojik çalışmalara yönelerek ve en az onun kadar Doğuya yapılan imparatorluk saldırılarına ve Afrika’nın paylaşılmasına yönelerek hala yeni keşifler yapmaktaydı.

İlksel komünizm araştırmasıyla Marx başka yeni keşifler yaptı, bunlar arasında, aynı zamanda, erken dönem Kadın/Erkek kavramının ve Paris Komünü toplamında, [Komün’nün] en büyük başarısı olarak gördüğü yönünün, yani “[Komün’nün] kendi işleyen varlığının” doğrulanması vardır. Marx’ın Zasulich’e yazdığı mektuplardan da anlaşılacağı üzere, Etnoloji Defterleri üzerinde çalıştığı aynı dönemde, köylüleri sadece proleterlerin zaferini garanti edecek Köylü Savaşlarının ikinci dalgası olarak değil, aynı zamanda daha yeni devrimlerde de muhtemel yardımcı olarak görmekteydi. Marx, Rus köylü komünlerinin kalıntılarının tarihini araştırdıkça, teknolojik olarak ileri Batı toplumuyla birleşmenin mümkün olması durumunda, devrimin aslında ilk önce geri kalmış Rusya’da gerçekleşebilmesinin söz konusu olduğunu düşünmüştür. Bu 1882’de gerçekleşmiştir!

Marx’ın zamanında uğraştığı sorunsalın etkisini günümüzde de hissediyor olmamız şaşırtıcı değildir: Marx’ın yeni düşünce ve devrim kıtasında çok derinlemesine ortaya konmuş olan yeni devrimci güçler kolayca ortaya çıkmaz ve kolayca hayal edilemez. Çağımızın gerçekliği değiştirme tarihi görevini yerine getirip getirmeyeceğini bilmiyoruz, fakat bir şeyden hiç şüphe yok: Marx büyük bir çaba ile yalnızca Lüksemburg’un kuşağı için değil, bizim kuşağımız için de bir yol oluşturmuştur.

Bu çeviri yayınlamaya hazırladığımız “Rosa Luxemburg, Women’s Liberation, and Marx’s Philosophy of Revolution” kitabından Köstebek Kolektif tatafından yapılmıştır.

You may also read!

Pogroma Karşı Göçmen Sınıf Kardeşlerimizin Yanındayız

Suriyeli göçmenlere yönelik olarak Kayseri’de başlayan ırkçı saldırılar; dün akşam Hatay, Antep, Konya ve İstanbul gibi birçok noktaya sıçramış

Read More...

Lenin’de proletarya hegemonyası: İşçi sınıfının öncülüğü – Candaş Ayan

Shandro’nun ortaya koyduğu eser, Lenin’i Marksist sınıf mücadelesi ve proletarya hegemonyası çerçevesinde bağlamsallaştırarak bize, on dokuzuncu yüzyılın sonlarından başlayarak Lenin’in yaşamının sonuna kadar uzanan bir süreçte devam eden ontolojik ve epistemolojik temaların gelişimini görme imkânı veren, oldukça kıymetli bir çalışmadır. Yine de bazılarının, Lih’in kitabını ‘Lenin hakkında sarf edilebilecek son sözler’ olarak nitelemelerini[33] boşa çıkarttığı gibi Shandro’nun kitabının da Lenin hakkında sarf edilebilecek son sözler olmayacağı aşikâr. İşçi sınıfı mücadelesinin değişen koşullar karşısındaki dinamizmine ve diyalektiğe dair yaptığı katkılarla Marksist sınıf teorisinin sınırlarını genişleten bir fikir ve eylem insanına dair söylenebilecek sözlerin tüketilmesi zor.

Read More...

Marx’ın Yeni Ortaya Çıkarılan Mektubu Enternasyonalizmin ve Partinin Gerekliliğini Yeniden Onaylıyor

İlk kez Jean-Numa Ducange tarafından yayınlanan bu mektubu Komünist İşçi Örgütü (Communist Workers’ Organisation) ilişkilendirdiği bağlamı değerli bulduğumuz bağlam

Read More...

Mobile Sliding Menu